25.6.09

Camdan Kalpler

Genç bir çift, yeni bir mahalledeki yeni evlerine taşınmışlar. Sabah kahvaltı yaparlarken, komşu da camaşırları asıyormuş.. Kadın kocasına; 'Bak, çamaşırları yeterince temiz değil, çamaşır yıkamayı bilmiyor, belki de doğru sabunu kullanmıyor.' demiş.. Kocası ona bakmış, hiçbir şey söylememiş, kahvaltısına devam etmiş..Kadın, komşusunun camaşır astığını gördüğü her sabah aynı yorumu yapmaya devam etmiş..
Bir ay kadar sonra, bir sabah, komşusunun camaşırlarının tertemiz olduğunu gören kadın çok şaşırmış!

'Bak' demiş kocasına; 'Camaşır yıkamayı öğrendi sonunda, merak ediyorum, kim öğretti acaba?'

Kocası; 'Ben bu sabah biraz erken kalkıp penceremizi sildim hayatım'

**Pencereden Bakan Dışarısını Görür... Pencereye Bakan İse Camın Kirini :'))



Dostluk Ipi

Genç adam iyi bir terziymiş. Bir dikiş makinesi ve küçücük bir dükkanı varmış. Sabahlara kadar uğraşıp didinir ama pek az para kazanırmış.

Çok soğuk bir kış gecesi dükkanı kapatırken elektrik sobasını açık unutmuş ve çıkan yangın onun felaketi olmuş. Artık ne bir işi varmış ne de parası. Günler boyu iş aramış ama bulamamış.


Yük taşımış, bulaşıkçılık yapmış, yine de evinin kirasını ödeyecek kadar para kazanamamış. Sonunda ev sahibinin de sabrı taşınca, küçük birbavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini.

Mevsim kış, hava ayaz olsa da genç adamın köşedeki parktan başka gidecek yeri yokmuş. Bir sabah iş arayacak derman bulamamış bacaklarında. Açlıktan ve soğuktan bitkin bir şekilde bankta otururken, kocaman bir araba yanaşmış kaldırıma. Arka kapıyı açmaya çalışan şoförü kızgınlıkla yana itmiş arabadan inen yaşlı adam, "Yalnız bırakın beni, parkta dolaşırsam belki sinirim geçer" diye söylenmiş. Zengin bir işadamı olduğu her halinden belli olan ihtiyar, birkaç adım attıktan sonra bankta titreyen terziyi görmüş.

Terzi, adamın üzerindeki paltoya bakıyormuş dikkatle. Birden siniri geçiveren ihtiyar,"Zavallı adamcağız kimbilir nasıl üşüyordur, ona nasıl yardım etsem acaba?" diye düşünmeye başlamış. Oysa terzinin düşlediği paltonun sıcaklığı değilmiş. O, çok kalın ve kaliteli bir kumaştan üretilen bu paltonun sahibine hiç de yakışmadığını ve onun vücuduna uygun şekilde dikilmediğini düşünüyormuş. Yaşlı işadamı terzinin yanına yaklaşıp,"Ne o evlat, bu ayazda parkta donmuşsun. İstersen paltomu sana verebilirim" deyince,"Hayır, teşekkür ederim. Ben sadece bu paltonun size göre olmadığını düşünüyordum. Kumaşı fazla kalın ve sizi olduğunuzdan şişmangöstermiş" diye cevap vermiş terzi. Yaşlı adam bu cevabı alınca hayli şaşırmış. Çünkü o da üzerindeki paltoya onca para ödediği halde kendisine bir türlü yakıştıramıyormuş.

"Soğuktan titrerken nasıl böyle bir şeye dikkat edebiliyorsun?" diye soran yaşlı adam,"Ben terziyim" cevabını alınca; "Benimle gel, hayat hikayeni yolda anlatırsın." diyerek arabaya bindirmiş bizim terziyi.

Bu karşılaşma, terzinin hayatındaki dönüm noktası olmuş. Böyle yetenekli bir insanın işsiz ve evsiz kalmasına çok üzülen iyiliksever yaşlı adam, terziye bir dükkan açmasına yetecek kadar para vermiş. Bununkarşılığında tek istediği kendi giysilerini bu genç adamın dikmesiymiş. Terzi yeniden bir işe, hem de kendi işine başlamanın heyecanıyla deliler gibi çalışmaya başlamış. Bu arada yaşlı işadamı da desteğini esirgemiyor, onu kendi çevresinden zengin kişilerle tanıştırarak yeni siparişler almasını sağlıyormuş.Küçük dükkan önce kocaman bir modaevine dönüşmüş, sonra da pek çok ünlü marka için üretim yapmaya başlamış. Terzi artık "ünlü işadamı" diye anılır olmuş.

Bir gün ihtiyar adam onu ziyarete gitmiş. Terzi çok büyük bir iş bağlantısı yapmak üzere yurt dışına gidecekmiş ve uçağa yetişmesine az bir zaman varmış. Biraz sohbet ettikten sonra yaşlı adam birden fenalaşmış, kalp krizi geçiriyormuş. Hemen bir ambulans çağırılarak hastaneye kaldırılmış. Yeni işadamımız ise büyük işi kaçırmak istemediği için uçağa yetişmiş. Yaşlı adam krizi atlatmış ve uzun süre hastanede yatmış, bir yandan da sadece bir kez telefon ederek durumunu soran terziyi bekliyormuş. Fakat terzi daha çok para kazanmak için oradan oraya koştururken bir türlü yaşlı adamı ziyarete gidememiş.

Aradan o kadar uzun bir süre geçmiş ki bu sefer de utancından yaşlı adamın kapısını çalamaz olmuş. Bir süre sonra terzinin işleri yolunda gitmemeye başlamış. Fabrikalarını kapatmak zorunda kalmış ve elinde kala kala yine küçücük bir dükkan kalmış. Utana sıkıla yaşlı adama koşmuş hemen nerede hata yaptığını sormak için. Son derece kırgın olan ihtiyar yine de onu kabul etmiş ama anlatacağı öyküyü dinledikten sonra hemen çıkıp gitmesini istemiş. Ve başlamış anlatmaya;

"Bir zamanlar fakir bir oduncu varmış. Ormandaki bir kulübede yaşar ve odun keserek hayatını kazanırmış. Bir gün kulübesinde yangın çıkmış ve bu yangın bütün ormanı kül etmiş. O çevrede kimse ona güvenip iş vermeyince, çıkınını alan oduncu, eşeğine binip yola koyulmuş. Ağaçların arasında yürürken birinin kendisine seslendiğini duymuş. Başınıkaldırınca konuşanın bir bülbül olduğunu görmüş. Bülbül ona;"Senin haline çok üzüldüm, şimdi öyle bir büyü yapacağım ki eşeğin çok güzel şarkı söylemeye başlayacak, sen de onunla gösteriler yapıp çok para kazanacaksın" demiş.

Gerçekten de eşek birbirinden güzel şarkılar söylemeye başlamış.Oduncu o şehir senin bu kasaba benim dolaşıp eşeğine şarkı söyletiyor ve herkes onları izlemek için birbiriyle yarışıyormuş. Oduncu ve şarkı söyleyen eşeği bütün ülkede ünlenmişler. Bir gün yine bir gösteriye yetişmek için koştururlarken, bülbülün yardım isteyen sesini duymuş oduncu. Bir kedi bülbülü yakalamış ve yemek üzereymiş. Şöyle bir duraklamış ama gösteriye gitmemeyi, onca parayı kaçırmayı gözü yememiş, arkasına bakmadan kaçmış oradan. Gösteri başladığındaise eşeği her zamanki gibi güzel şarkılar söylemek yerine sadece bir eşeğin çıkarabileceği sesleri çıkarmış.

Oduncu kendisini şarlatanlıkla suçlayan izleyicilerin elinden canını zor kurtarmış. İşte o zaman bülbül ölünce büyünün bozulduğunu anlamış."

"Ben de senin bülbülündüm ve sen beni öldürdün, büyü de o yüzden bozuldu. Keşke güzel giysiler dikerken dostluk ipliğini koparmasaydın..."

24.6.09

Ruh İkizlerimiz

O yıl New York´ta kış, Nisan´ın sonuna kadar uzamıştı. Kör olduğum ve yalnız yaşadığım için çoğunlukla evde kalmayı yeğledim.

Sonunda bir gün soğuk hava gitti, bahar kendini gösterdi. Hava coşkulu bir kokuyla dolmuştu. Arka bahçeye bakan pencerenin önünde küçük, neşeli bir kuş devamlı cıvıldıyor, sanki beni dışarıya çağırıyordu.



Nisan ayının değişken havasını bildiğimden kışlık mantoma sarıldım. Fakat havanın ılıklığını içimde hissedince, yün kaşkolumu, şapka ve eldivenlerimi bıraktım. Üç çatallı bastonumu alıp neşeyle sundurmaya çıktım ve kaldırımın yolunu tuttum. Yüzümü güneşe doğru kaldırıp, onu selamlayan bir gülümseme sundum.


Sessiz çıkmaz sokağımızda yürürken kapı komşum ´Merhaba´ diyerek seslendi ve gideceğim yere götürmeyi teklif etti:´Hayır, teşekkür ederim. Şu bacaklar bütün kış dinlendi. Eklemlerimin harekete ihtiyacı var. Bu yüzden yürüyeceğim´ diye cevap verdim.


Köşeye vardığımda alışkanlıkla durdum. Birinin gelip yeşil ışık yandığında beni karşıya geçirmesini bekledim. Nedense bu sefer, öncekilere göre daha uzun süre beklemiştim ve hâlâ hiç kimse teklifte bulunmamıştı.Sabırla beklerken, eskiden hatırladığım bir melodiyi mırıldandımÿÿ; çocukken öğrendiğim ´Hoş geldin bahar...´ şarkısıydı.


Birden güçlü bir erkek sesi konuştu: ´Sesinizden çok neşeli bir insan olduğunuzu hissettim. Sizinle caddeyi birlikte geçme şerefini bağışlar mısınız bana?´


Kibarlıkla iltifat görünce gülerek başımı salladım ve duyulabilir bir sesle ´Evet´ dedim.


Kibarca koluma girdi ve birlikte kaldırımdan yola indik. Yavaşça yolun karşısına geçerken, konuşulabilecek en iyi konudan, havadan konuştuk. Adımlarımızı birlikte atarken hangimiz rehber, hangimiz yardım alıyor, belli olmuyordu. Yolun karşısına varmamıza az kala ışığın değiştiğini anlatırcasına kornalar sabırsızca çalınmaya başladı.


Kaldırıma çıkmak için birkaç çabuk adım daha attık. Ona dönüp, bana eşlik ettiği için teşekkür etmek üzere ağzımı açmıştım ki, ben daha bir şey söylemeden o konuştu:´Bilmem farkında misiniz? Sizin gibi neşeli bir insanla karşıya geçmek benim gibi bir kör için ne kadar muhteşem bir şey...´


O bahar gününü hiç unutmayacağım..

20.6.09

Ne Alırdınız ? :')

Bay Morgan, iş ortağının evine ziyarete gitmişti. Ortağının küçük kızı Anna'yı daha önce görmemişti ve onunla tanışmak istiyordu. Anna'nın annesi ise aynı şeyi istemiyordu. Tanışma fikrinin iyi bir fikir olmadığını düşünüyordu ve Anna'nın, Bay Morgan'ın burnu konusunda pot kırabilmesi ihtimali bunun en büyük gerekçesiydi... Bay Morgan'ın iri, kırmızı burnu konusunda hassas olması da konuyu iyice ciddileştiriyordu...

Bay Morgan odaya girdi ve Anna'yla tanıştırıldı. Birkaç dakika konuştular. Bayan Morrow, Anna'nın gözlerini Bay Morgan'ın burnuna dikişini endişeyle izliyordu.. Anna, bakışlarını oradan hiç ayırmıyordu ve Bayan Morgan haklı olarak kızı birşeyler söylecek diye çok korkuyordu. Bu yüzden çocuğun yukarı çıkma vakti geldiğinde büyük bir rahatlık hissetti. Anna kapıya doğru yürürken bir ara durup geriye adamın burnuna baktı. Biraz daha yürüdü ve dönüp tekrar baktı. Sonunda ağır adımlarla yukarıya çıktı..

O zaman Bayan Morgan derin bir "oh" çekti çekip elindeki çay fincanıyla Bay Morgan'a döndü ve sordu;

"Burnunuza ne alırdınız Bay Morgan? Limon mu yoksa krema mı ? ;')


J. E. Addington

İstiyorum !

Avukatlık yaptığım günlerde vasiyetnamesini hazırladığım bir kadını hiç unutamam. Vasiyetnameyi hazırladıktan sonra aklımda yer eden birşey söylemişti;

"Birgün" demişti, "her istediğimin birisi tarafından yerine getireleceği bir durumda olacağım. Söylemem gereken şey sadece "istiyorum" olacak ve birisi istediğimi yapacak.



Emerson, "Dualarınıza dikkat edin, gerçekleşebilirler" der. Bu kadın istediğine sahip oldu.. Birkaç yıl sonra felç geçirdiğini ve hareket edemez duruma geldiğini öğrendim.. Hayatının geri kalan kısmını yatakta, başkalarının yardımına muhtaç olarak geçirdi. Bu arada konuşma yeteneğini de yitirmişti..

Öldüğü güne dek sadece bir sözcük söyleyebildi; "İstiyorum"

Bunu söylediği anda birileri koşuyordu yanına çeşitli şeyleri gösterip ne istediğini anlamaya çalışıyorlar, anlayınca da getiriyorlardı istediği şeyi..

J. E. Addington

17.6.09

Çok Şey Değişti...

Bir adam okyanus sahilinde yürüyüş yaparken,denize telaşla birşeyler atan birine rastlar... Biraz daha yaklaşınca, sahile vurmuş denizyıldızlarını denize attığını farkeder ve sorar;

''Niçin bu denizyıldızlarını denize atıyorsunuz?''.


Topladıklarını hızla denize atmaya devam eden kişi, ''yaşamaları için'' yanıtını verince, adam şaşkınlıkla;


''İyi ama, burada binlerce denizyıldızı var. Hepsini atmanıza imkan yok. Sizin bunları denize atmanız neyi değiştirecek ki?''


Yerden bir denizyıldızını daha alıp denize attıktan sonra;


''Bak onun için çok şey değişti''


14.6.09

Okyanus Yürekler

Su, kendine sırdaş arıyordu. Önce buluta verdi sırrını. Ağır geldi sır buluta. Sağanak sağanak döktü suyun tüm sırlarını.

Sonra göle gitti su. Ona anlattı derdini. Bu arada bulut suyun sırrını yağmur yapıp, dolu yapıp, kar yapıp savurduğu için, zaman zaman taşıyordu göl ve suyun sırrı iyice açığa çıkıyordu. Sonra nehre verdi su sırrını. Nehir aldı suyun sırrını çekti gitti.

Dereye verdi bu kez; dere biraz daha yavaş olsada nehirden , o da götürdü suyun sırrını bir başka bilinmeze... Çağlayanlar, şelaleler, akarsular.. Hepsi kayboluyordu bir anda. Sonra bir gün su takip etti dereyi.


Dere okyanusa kavuşunca farketti su, bütün sırlarının akarsularla, çağlayanlarla, ırmaklarla okyanusa taşındığını. Karar verdi su. Sırrını okyanusa verecekti. Öyle de yaptı zaten. Tüm sırlarını okyanusa verdi. Artık suyun sırrını okyanustan başkası bilmiyordu. Ne taştı okyanus, ne bir başkasına taşıdı suyun sırrını, ne de kurudu....


Geçen karşılaştık suyla. Bir bardaktaydı. Suskundu. Çok uğraştım konuşturamadım. Ben tam giderken;


'Dur !'' dedi su. Durdum!...


'Okyanus yürekli dostlar bulmadan sakın konuşma! Taşıyamazlar, kaldıramazlar senin yükünü, canını yakarlar, utandırırlar.' ...

Sana Karat, Bana Elmas =(

Mahkumun biri, yalnız kaldığı hücre içinde bir karınca ile arkadaşlık yapar. Kito adını verdiği bu karınca zaman içerisinde adamın talimatlarına göre hareket eder hatta takla atmayı bile öğrenir.
Mahkum, insanların Kito'ya hayran kalacağını ve göreceği büyük ilgisayesinde zengin olacağının hayalini kurmaktadır. Hapisten tahliye olduğugün Kito'yu kibrit kutusunun içine koyarak bir kafeteryaya gider. Amacı insanların Kito'ya nasıl tepki vereceğini test etmektir.

Karıncayı kibrit kutusundan çıkaran eski mahkum garsonu çağırır. Amacı garsona Kito'nun marifetlerini göstermektir. Garsona "Masanın üstünde duranşu karıncayı görüyor musun?" diye sorar sormaz, garson elindeki bezlekarıncayı alır ve "Afedersiniz beyefendi" diyerek Kito'yu öldürür :(((